14 Mart 2014 Cuma

PROJE




Görünürde “The Cemaat” ile ‘bir kısım’ AKP (çünkü diğer kısmı yepyeni bir partiye sıvışmak üzere) AYNI PATRONUN kontrolünde birbiriyle restleşiyor…
Anlaşılan PATRON, birinin biletini kesmiş diğerine yeşil ışık yakıyor….
Dünyayı yöneten çetenin yayın organında yayınlanan makalenin başlığı fikir verecektir: “Müslüman Martin Luther King”
Cemaat ve ‘hoca’ya iltifatlar yağıyor: http://www.foreignaffairs.com/articles/140941/victor-gaetan/the-muslim-martin-luther
Tıpkı bir zamanlar AKP ve Tayyip’e yapıldığı gibi… Güç kavgası hızlanıyor.
Yolsuzluk haberlerini tayin dalgası haberleri izliyor. Erdoğan, ex-müttefiki, “The Cemaat”i ‘dev kulak’ olmakla suçluyor, ‘haber’ itina ile servis ediliyor…
Okyanus ötesinden karşı hamle geliyor: “Bekleyin! Bugün vizyonda ‘baba-oğul-kutsal ruh ($)’, gelecek program ‘Cayman adalarındaki hesap kayıtları, pek yakında vizyondaki film de muhtemelen ‘belden aşağı’…”
Vizyondaki film için ses bandı dinlemeye gerek yok ki! Türk milletine ait ne varsa ‘deve’ edildiğini sağır sultan biliyor!
Muhalefet maskeli partiler seçim tamtamları arasında ‘çıkar’ yoklamasında. Anlaşılan o ki, safları ‘Müslüman Martin Luther’in yanında…
O eski bayat deyiş: “ Düşmanımın düşmanı dostumdur” diyenler Pensilvanya yolunda. AKP için ‘dost ve müttefik’tir Amerika! Ve Pensilvanya da Amerika’da!
Ve PATRON ABD, hedef ülkelerde kullandığı ‘araçları’ değiştirmekle ünlüdür belli aralarla. Buraya kadarı ‘perde’de olan… Bundan sonrası gerçek gündem: Ve bu gündem yüzyıldır hiç değişmeyen!
İsmet Görgülü hocadan alıntılayalım:
“Atatürk 6 Ekim 1920 tarihli bir telgrafında;
‘…Basra Körfezi’nden Karadeniz’e kadar Doğu ile Türkiye arasında İtilaf Devletleri nüfuz ve himayesi altında büyük bir kütle oluşturmak..’tan söz eder.
İtilaf Devletleri’nin patronu olan İngiltere’nin de gerçek niyeti budur. Basra Körfezi ile Karadeniz ve Hazar Denizi arasında kendi nüfuzunda bir bölge oluşturmak. Bununla da bir taşla çok kuş vurmak.”
1. Karadeniz’e yerleşmek. Rusya’ya karşı deniz üstünlüğünü sağlanabilmesi için Trabzon ve Batum limanlarını ele geçirmek. (Ukrayna’daki savaşın anlamı biraz da Kırım’ı almak değil mi? Suriye’dekinin hedefinin ‘1.2.3. İsraili (kuzey güney Kürdistan ve kendisi) Akdenize bağlamak olduğu gibi…
2. Petrol havzalarını ele geçirmek. Irak ve Hazar petrol havzalarını birbirine bağlamak.
3. Anadolu Türklüğünün direnişini, yaşam alanını daraltmak; Avrasya ile bağını koparmak.
İsmet Görgülü ‘Kafkas Seddi’ projesini şöyle özetliyor:
Basra Körfezi ile Karadeniz ve Hazar Denizi’ni birleştirecek bir set!
Bu seddi oluşturmak için;
1. Ermenistan’ı Karadeniz kıyılarından Van Gölü güneyine kadar genişletmek gerek.
2. Van Gölü ile İngiliz işgalindeki Irak arasındaki boşluğu doldurmak için ‘Kuzey Kürdistan’ı kurmak gerek!
3. Ve sonra da ‘Güney Kürdistan’ yani Kuzey Irak’ı kuzeydekiyle birleştirmek!
1920’deki ‘proje’ bugün yine gündemde. Atatürk’ün söküp attığı ‘Kafkas seddi’ bugün yeniden kurulmak üzere.
Ermenistan ve Batı 2015’de ‘altın vuruşa’ hazırlanıyor.
BDPKK her gün ‘Kürdistan ve Apo’ya özerklik’ diye zılgıt çekiyor! Güneydoğu’da PKK seçim sonrası ‘Özerklik’! diyor.
Pkk’nın Batı illeri için kurduğu HDP konvoyu İzmir Urla’da protesto ediliyor. Ertuğrul Kürkçü ‘ Savaş mı başlatmak istiyorsunuz? Alnınızdan kurşunu yiyip tabuta girersiniz!’ diyor.
Durum bu! Millet ayrışmış, Vatan tehlikede!
Neler olabileceğini görmek için falcılığa gerek yok. Olaylar dehşetli bir hızla ilerlemeye devam edecek, Erdoğan koltuğa yapıştıkça, şimdiye kadar saklanan nesi varsa arşivlerden çıkarılıp servis edilecek, iktidarda hırçınlık arttıkça ‘servis’ de artacak, ekonomi yerle bir olacak , yasalar gık diyenin ümüğüne basacak ve tüm bu keşmekeşte, sinsi ve 100 yıllık projeler, ‘Yeni Kafkas seddi’ ve ‘ Kuzey Kürdistan’ projesi adım adım yol alacak…
Türk milleti canbaza bakmaya devam eder, kendi İRADE’sini ortaya koyamazsa, sandık kafalılıkta israr eder ve VATANINA sahip çıkmazsa, belâ üstümüze olacak!


http://www.bursagenchaber.com/yazarlar/banu-avar/proje/36/

Kimdir bu Kürdistan çığlığı atanlar?


AKP bu işin neresinde...

ABD’nin BOP planı niyetleri ortaya koyuyor…

Bu planın asıl hedefi; Kürdistan diye bir devlet kurup Anadolu ile Asya arasına konmak…

Ayunı zamanda, Kafkas petrolleri ile Basra-Musul petrollerine yakın durmak…


Bakınız BOP adlı plan bu tampon Kürt devleti için ne diyor…

“Balkanlar ve Himalayalar arasındaki adaletsizliği ile ünlü topraklardaki en göz alıcı haksızlık bağımsız bir Kürt devletinin yokluğudur. Orta Doğu’da bitişik bölgelerde yaşayan 27 ile 36 milyon arasında Kürt vardır (bu rakamlar muğlaktır zira hiç bir devlet dürüst bir nüfus sayımı yapılmasına müsaade etmemiştir).

Günümüz Irak nüfusundan daha büyük olan bu grup, düşük nüfus tahminini bile göz önünde bulundurduğumuzda Kürtleri dünyanın kendine ait bir devleti olmayan en büyük etnik grubu yapmaktadır. Daha kötüsü, Kürtler, Ksenofon’un zamanından beri yaşadıkları tepe ve dağların bulunduğu bölgeyi kontrol eden her devlet tarafından ezilmiştir.

Amerika Birleşik Devletleri ve koalisyon ortakları Bağdat’ın düşmesinden sonra bu haksızlığı düzeltmek için ellerine geçen muhteşem fırsatı görememişlerdir. Uyumsuz parçaların birbirlerine Frankenştayn canavarını andıran şekillerde dikilmesinden oluşan bir devlet olan Irak, o anda üç küçük devlete bölünmeliydi.

Korkaklık ve vizyon eksikliğinden bunu başaramadık ve Iraklı Kürtleri yeni Irak hükümetini desteklemeleri konusunda zorladık – ki bunu iyi niyetimize karşılık olarak isteyerek yapıyorlar. Ancak özgür bir halk oylaması gerçekleştirilecek olsaydı, hiç şüpheniz olmasın ki Irak Kürtlerinin neredeyse %100’ü bağımsız olmak için oy verirlerdi.

Şiddetli askeri baskılara maruz kalan ve on yıllar boyunca “dağ Türkü” olarak nitelendirilmek suretiyle kimlikleri yok edilmek istenen Türkiye Kürtleri de aynı şekilde oy verirlerdi. Ankara’nın önünde bulunan Kürt sorunu son on yıl içerisinde bir miktar kolaylaşmış olmasına rağmen baskı yakın tarihlerde tekrar yoğunlaştı ve Türkiye’nin doğusundaki beşte birlik bölümü işgal edilmiş bir bölge olarak görülmelidir.

Suriye ve İran Kürtleri de mümkün olsa bağımsız bir Kürdistan’a katılmak isterlerdi. Dünyanın meşru demokrasilerinin Kürt bağımsızlığını muzaffer kılmayı reddetmeleri medyamızı sık sık heyecanlandıran beceriksizce yapılan hafif günahlardan çok daha kötü bir insan hakları ihmalidir.

Ayrıca Diyarbakır’dan Tebriz’e kadar uzanan bağımsız bir Kürdistan, Bulgaristan ve Japonya arasında en Batı yanlısı devlet olacaktır.

Bölgede yapılacak adil bir düzenleme Irak’taki üç Sünni ağırlıklı bölgeyi budanmış bir devlet haline getirecektir ve bu bölgeler zaman içerisinde Akdeniz’e yönelmiş bir Büyük Lübnan’a kıyılarını kaybetmiş olan Suriye ile birleşmeye karar verebilir ki bu durumda Fenike yeniden doğmuş olur.

Eski Irak’ın Şii güneyi, Basra Körfezinin çoğunu çevreleyecek bir Arap Şii Devletinin temelini oluşturur. Ürdün mevcut bölgesini koruyacak ve güneye doğru Suudi’lerden alacağı bir bölge ile genişleyecektir. Doğal olmayan Suudi devleti Pakistan kadar büyük bir parçalanma görecektir”.



İşte ABD böyle düşünüyor…

BOP planının sırrı ise şu cümlede yatıyor;

“ 5,000 yıllık tarihten bir diğer kirli sır da şudur: Etnik temizlik işe yarar”.


Bu ABD’nin plan ve projeleri…
Bir de İsrail var…
Önce İsrail ne diyor, ona bakalım…

Yahudi diplomat Oded Yınon diyor ki;
“Irak, bir kere daha çoğunluğun Şii ve yönetimdeki azınlığın Sünni olmasına rağmen özünde komşularından hiç farklı değildir. Nüfusun %65’i politik konularda söz sahibi değildir. %20’lik elit bir zümre tüm gücü ellerinde tutmaktadır.

Buna ek olarak Kuzey’de büyük bir Kürt azınlık vardır ve yönetimdeki rejimin kuvveti, ordu ve petrol gelirleri olmasa, Irak’ın gelecekteki durumu Lübnan’ın geçmişteki ve Suriye’nin bugünkü durumundan hiç de farklı olmazdı.

İç çatışmanın tohumları ve bir iç savaş, özellikle Irak’ta Şii’lerin doğal liderleri olarak kabul edilen Humeyni’nin İran’da başa geçmesinden sonra daha bugünden kendini belli etmektedir”.

Yahudi diplomat Oded Yınon, planının ilerleyen bölümlerinde ayrıntılara girerek Irak’ın neden parçalanması gerektiğini de anlatıyor;

 “ Bir taraftan petrol zengini olan ancak diğer taraftan parçalanmış bir ülke olan Irak’ın İsrail’in hedeflerine aday olması garantidir. Bizim için Irak’ın feshi, Suriye’nin feshinden bile daha önemlidir.

Irak Suriye’den daha güçlüdür. Kısa vadede İsrail’in en büyük tehdidi Irak’ın gücüdür. Bir Irak-İran savaşı Irak’ı parçalayacak ve bize karşı geniş bir cephede çatışma organize etmesine imkan vermeden çökmesine sebep olacaktır.

Araplar arasındaki her türlü çatışma kısa vadede bize yardımcı olur ve Suriye ve Lübnan’da olduğu gibi önemli bir hedef olan Irak’ın parçalanması için yolu kısaltır. Osmanlı döneminde Suriye’de olduğu gibi Irak’ta da etnik/dini bazda bölgelere bölünme mümkündür.

Üç büyük şehir etrafında üç (veya daha fazla) eyalet var olacaktır: Basra, Bağdat ve Musul ve güneydeki Şii bölgeler Sünni ve Kürt kuzeyden ayrılacaktır. Mevcut İran-Irak çatışmasının kutuplaşmayı derinleştirmesi olasıdır.”



İşte İsrail’in bu sinsi tuzağının ana hatları budur.

Kürdistan siyasetinde bir ABD-AB ittifakı var.

Bir de buna Sevr planını eklerseniz, karşımıza Türk tarihinde hiç görülmedik bir Haçlı ittifakı karşımıza çıkar.

Plan; Müslüman coğrafyanın etnik-dini temelde ayrıştırılıp parçalanması esasına dayanmaktadır.



Erdoğan Siyaseti, bu plandan haberdar değil midir?

Elbette haberdardır, hiç bilmese, işte biz anlatıyoruz.

Peki, bu planı yok etmek ya da İsrail’in bu siyasetini etkisiz hale getirmek için ne yapılmalıdır?

En başta Türk-Kürt, Alevi-Sünni diye ayrıştırmanın ortadan kaldırılarak Türk milletinin yekvücut halinde birleştirilmesi gerekir.

Peki, Erdoğan siyaseti bunu yapıyor mu? Hayır.

Peki, o zaman bu Erdoğan siyaseti, bu AKP siyaseti kime hizmet ediyor?

İsrail’e, bu açık ve net.

Peki şimdi sıra kimde, yani İsrail’in hedefinde kim var?

Bütün Müslüman Arap coğrafyası; Ürdün, Arabistan, Suriye, hepsi sırasını bekliyor şu an. Tunus, Mısır kaynıyor…



Peki ya Türkiye?

AKP siyaseti eğer ki yeniden tek başına iktidar olursa, Allah korusun, Anayasa değiştirilerek bu ayrıştırma ve parçalama işlemi yavaş yavaş, alıştırılarak yapılacaktır, çünkü bu siyasetin ardında İsrail var.

AKP siyaseti, şu an PKK siyasetiyle ittifak kurmuş olup, ufak tefek noktalardaki anlaşmazlıklarını çözmeye çalışıyorlar. Anlaşamadıkları en önemli konu; İmralı’nın serbest bırakılması, terörü yöneten kadronun Irak’tan getirilip, af edilip Doğu’daki yönetimin başına geçmesi gibi.

Bunlarda da anlaşırlarsa eğer, PKK tüm gücüyle AKP’yi destekleyecek ve tek başına iktidar olabilmesi için elinden geleni yapacaktır. Gerekirse PKK adaylarını AKP’den gösterip Doğu’daki tüm oyların AKP’ye verilmesi için de çalışabilir.

Eğer anlaşamazlara, bu da bir ihtimal, PKK halkı sokağa döküp ülkeyi kaosa sürüklemeye çalışacaktır. Amacı, halk isyanı süsü verip yabancı güçlerin( ABD-AB,NATO gibi) ülkemize gelmesine çalışacaktır.


Her iki ihtimal de Türkiye için felaket senaryosudur.


Durum sanılanın çok ötesinde vahimdir.

ABD ve İsrail bu Kürdistan hikayesiyle 1,5 milyon insanın ölümüne yol açmışlardır.

Bu felaketten kurtulmanın tek yolu, bu AKP siyasetini değiştirmek ve milli(ulusal) bir siyaseti iktidar yapmaktır.

Bu amaçla da hepimizin çok çalışması gerekmektedir, hem de pek çok…



Erdal Sarızeybek

Erdal Sarızeybek

Recep, Tayyip'e karşı veya Tayyip, Recep'e karşı




Recep, Tayyip'e karşı veya Tayyip, Recep'e karşı

Zamanın ruhunun adı:
Türkiye Bağırsaklarını Temizliyor. Veya:
Türkiye Türkiye olalı böyle rezalet görmedi!
Deniyor ki:
Cemaat RTE’ye karşı! Veya:
ABD RTE’ye karşı!
Esasında:
Recep Tayyip’e karşı! Veya:
Tayyip Recep’e karşı!
                                                                     ***
Erdoğan’da iki ‘ben’ var, Erdoğan’dan içeri!
Recep ve Tayyip! Fena kapıştılar!
                                                                     ***
  Recep filinta Kasımpaşalı! Dünya demokrasi tarihinde az görülür bir başarıyla, hem de oylarını her seferinde artırarak, üst üste üç seçim kazandı. Çırak olarak başladığı siyasi hayatına kalfa olarak devam etti, sonunda usta oldu!
   AKP oylarının önemli bir kısmının kendisine ait olduğunu da biliyor.
   Ancak, egosu bu kadar şişirilen her faniye olan Recep’e de oldu.
   Recep Türkiye’deki her türlü gelişmeyi kendi hikmeti, hatta himmeti olarak görmeye başladı.
   Allah’ın onu Türklerin, hatta Müslümanların başına özel bir görevle yolladığına inanmaya başladı.
   Giderek Türkiye=Recep, Recep=Türkiye oldu.
   Kendisi aleyhine söylenen her söz Türkiye’ye sövmek haline geldi.
   Türkiye=Recep olunca da:
   1) Yürütme=Recep,
   2) Yasama=Recep,
   3) Yargı=Recep denklemleri kendiliğinden oluştu.
   Yetmedi:
   4) Türk ekonomisi, devlet ihaleleri, devlet bankalarının kredileri, İstanbul’un taşı-toprağı da Recep’in oldu.
   Medya zaten bu yapıda onun olmak zorunda idi.
   Koç Ailesi, Aydın Doğan ona biyat etmekle mükellef kılındılar.
   Zaten Ferit Şahenk, Erdoğan Demirören, Turgay Ciner itibar kazanmaktansa para kazanmayı ezelden beri tercih ediyorlardı.
   Zaten Ethem Sancak, Nihat Özdemir, Mehmet Cengiz, Cemal Kalyoncu, Abdullah Tivikli, Mustafa Latif Topbaş (adını unuttuklarımdan özür dilerim) kendilerini baştan yaratacak yeni bir Rab arıyorlardı.
   Zaten Rıza Sarraf korunması gereken bir emanet idi.
                                                                     ***
   Ancak, Recep’in bir zaafı da vardı: ‘Aç evin aç kedisi’ olmak!
   Aç evin aç kedisine sonunda daima olan ona da oldu:
   Recep kendi egosu altında kayboldu!
                                                                     ***
   Tayyip ise kenar mahallenin gariban çocuğu idi. Hayat onu ezik yaratmıştı. Her şeyden ürker, korkar, kaçmak isterdi. Sadece ve sadece Recep’e yaslanarak yaşayabilirdi.
   Recep ile Tayyip 12 sene birlikte idare ettiler.
   Ancak, Recep’in iki vahim hatası Tayyip’i eski ürkek, eski korkak, eski panik-atak, eski pür telaş haline geri döndürdü.
   Recep Gezi’yi okuyamadı.
   Recep ABD’yi hiç anlamadı.
   Recep ‘iş ve kader ortağı’ Cemaat’in bir Truva Atı olduğunu çözemedi.
   (Hâşâ huzurdan) Recep “Çok böbürlenme Allah’ım, senden büyük Recep var!” diye gezinirken, bir sabah uyandığında “Allah’ın parmağı olmadığı için, gözüne önce Gezi’yi, sonra Cemaat’i soktuğunu” gördü.
   İşte o an, Tayyip’in ödü patladı.
                                                                     ***
   Haziran 2013 öncesi biz Tayyip’i adeta ortalıkta hiç görmüyorduk. Her yer ‘Mağrur Recep’ ile dolu idi.
   Recep’in gözüne Gezi ve Cemaat sokulduktan sonra ise ‘Mağrur Recep’i hiç görmez olduk. ‘Mağdur Tayyip’ ile yatıyor, ‘Mağdur Tayyip’ ile kalkıyoruz.
  Tayyip bu! Çok ürktü, çok korktu, çok panikledi.
   Her an her şeyin olabileceğini biliyor. Recep, Tayyip’in içinde arada bir esiyor, gürlüyor ama Tayyip kimsenin iplemediğinin farkında.
   Sütre gerisinde Recep devamlı kükrüyor, devamlı küfrediyor, devamlı suçluyor ama Tayyip panik içinde devamlı kendisi ile çelişiyor, devamlı tansiyonu yüksek, devamlı yürek Selanik, devamlı kendisine “Bu da geçer!” diye telkinde bulunuyor.
   “Çıkmadık candan umut kesilmez!” diyor.
   Ama ‘korkunun ecele faydası olmadığını’ da pekala biliyor.
   Recep, Tayyip’e “Ulan bu kadar korkak olmasan, bu işle de baş ederiz” diyor.
   Tayyip, Recep’e “Ulan nefsine sahip çıkmaktan bu kadar aciz olmasaydın, bu hallere düşmezdik” diyor.
   Ne Cemaat, ne ABD!
   Recep’in en büyük düşmanı Tayyip, Tayyip’in en büyük düşmanı Recep!

http://www.bursagenchaber.com/yazar/cuneyt-ulsever/

Mondoros’dan, Lozan’a; Mazi’den, Ati’e Türkiye






Mondoros’dan, Lozan’a; Mazi’den, Ati’e Türkiye
------------------------------------------------

Mustafa Kemal 28 Ağustos 1918 tarihinde Nablus’ta 7. Ordu Kumandanlığını teslim alır. 19 Eylül sabahı General Allenby komutası altındaki İngiliz Kuvvetleri umumi taarruza başlar. Mustafa Kemal’in komutasındaki 7. Ordu, muhasara tehlikesi karşısında Şeria Nehri’nin doğusuna ricat eder, 01 Ekim tarihinde Şam, 26 Ekim tarihinde ise Halep elimizden çıkar. 30 Ekim tarihinde ise Mondoros Mütarekesi imzalanır. Mustafa Kemal 07 Ekim 1918 tarihinde İstanbul’a çektiği telgrafta, “ İngiliz taarruzu karşında, ric’atini, müdaafa ederek;” “ Artık barıştan başka yapılacak bir şey kalmamıştır.” ifadesini kullanıyordu. Şahbaba, Murat Bardakçı s. 90 Pan Yayıncılık

  “…… Mütarekenin akdine memur murahhasların şimdi Ankara’daki Hey’ et- i Vekîle Reisi Rauf Bey’in Başkanlığında ve o zaman memleketin en mühim askerî Kuvvetlerinin’de şimdiki Ankara Meclisi Reisi Mustafa Kemal’in kumandası altında bulunduğu herkesin hâtırındadır. …. İşgallere dayanak olan Mondoros Mütarekenâmesi’ni akde bilfiil iştirâk eden Rauf, Fethi ve askeri vaziyetiyle devleti böyle bir elîm mecburiyete düşürmekte cidden zîmethâl bulunan Mustafa Kemal gibi milletin bugünkü reislerinin sorumlu ve müttehem olması lâzım gelir.”Sultan Vahideddin, Şahbaba, Murat Bardakçı s. 121 Pan Yayıncılık.

   “….. Anayasa gereğince sorumsuz olan hükümdarlık makamı için sorumlu hükümetin sunduklarını onaylama gereği gibi itiraz edilemeyecek bir sebep bulunduğu halde, ne yazıp imza ettiği mütarekenin uygulaması demek olan felâketlere karşı sonraları muhalefette önayak olmak küstâhlığını gösteren Rauf Bey için, ne de devletin  varolan belli- başlı kuvvetlerinden çoğunu esir vererek zilletle Toros eteklerine iltica etmesi yüzünden mütarekenin imzalanmasını kaçınılmaz hale getiren Mustafa Kemal için, kabul edilebilecek hiçbir mâzeret yoktur.”Sultan Vahideddin, Şahbaba, Murat Bardakçı s. 95 Pan Yayıncılık.

   “ Bu harpte İngilizler’le Arıburnu, Anafarta ve Filistin cephelerinde karşı karşıya birçok muharabeler verdim. Ben bu muharabelerde ve genellikle bu saydığım cephelerden başka cephelerde, başka mıntıkalarda, diğer Miletlere karşı verdiğim muharebelerde daima vatanın müdafaasından ibaret olan aslî bir vazifeyi ifa ve bunun için askerlik hizmetini tahattur etmiyorum. Binaenaleyh kalbimde nefret ve düşmanlık duyguları yer bulmamıştır. İngilizler’in Osmanlı milletinin hürriyetine ve devletimizin istiklâline riayette gösterdikleri hürmet insanlık karşısında yalnız benim değil bütün Osmanlı milletinin İngilizler’den daha iyiliksever bir dost olamayacağı kanaatiyle duygulanmaları pek tabiidir.” Mustafa Kemal, 17 Kasım 1918 Minber Gazetesindeki beyanatından. Şahbaba, Murat Bardakçı s. 99 Pan Yayıncılık.

   “ İngiliz Siyasetinin en bariz vasfı riyakârlıktır. İngiliz ferdi olarak, nefret ettiği her vasıtayı kullanır. Fransa’nında, kullandığı vasıtalar bakımından ondan aşağı kalır tarafı yoktur; ancak burada, İngiliz siyasetin’de sıkça görülen riyakârlık ve kalleşliğe bu derece rastlanmaz.” 10 Ağustos 1897 Bismarck.

   "İngiltere'nin, Allah korusun, Devlet-i Aliyye'yi bölüp "tavâif-i mülûk" (küçük devletler) şekline koymaya çalışmakta olduğu açıktır. Onu Arnavutluk, Ermenistan, Arap hükümeti ve "Türkistan" tabirleriyle "otonomi" değil, "anatomi" yapmak, yani parçalarına ayırmak istemektedir. Hilafeti’de İstanbul'dan kendi kontrolündeki Cidde veya Mısır'a götürecek ve bütün müminleri istediği gibi yönetecektir. Yalnız  şurasına teessüf olunur ki, Jöntürk tabir olunan birtakım "çapkın" takımından herifler, kendi el ve ayaklarıyla İngilizlerin maksadı uğruna gece gündüz çalışıyorlar."Abdülhamid’i Sani Hz.

   Ordu’nun ileri gelenleri 1919 Mart’ında bir gece, Erenköy’de toplanarak, mücadelenin mahiyetiyle lideri üzerinde saatlerce münakaşa etmişler; liderliğin Nuri Paşa’ya verilmesinde mutabık kalmışlardı. Toplantıya geç kalan Refet Paşa, Nuri Paşa’nın ismini duyduğunda; “ Kanaatimce pek makbul bir karar değil.” “ İşin, mazisinde daha büyük muvaffakiyetleri olan ve daha meşhur bir askere verilmesi lâzım.. Meselâ Mustafa Kemal Paşa’ya… Arkasında Çanakkale işi var. Çanakkale’deki müdafaası hâlâhatırlarda.” Sadrazam, Padişaha “ Askerler Mustafa Kemal Paşa’yı istiyorlar.” diyerek, kararı tebliğ ediyor, Harbiye Nazırı Şakir Paşa ise “ En iyi askerimizdir, ama bazı sebeplerden dolayı bence muvafık değildir.” “ Üstelik, Cumhuriyetçi olduğu söylenir.” diyerek muhalefet şerhi düşüyordu. Sultan Vahideddin Han, listeyi, ablası Mediha Sultan’ın oğlu Sami bey’le istişare ediyordu. Sami Bey; “ Enver’i hatırla! Sence hangisi daha iyi asker? Enver’mi, Mustafa Kemal’mi.?... “ Hanedanınızı düşünün! Cumhuriyet taraftarı olduğundan söz etmişler. Hanedanınızı düşünün! “ diyerek fikrini beyan ediyordu. “Nerede, hangi Hanedan? Hepsi hanendegân oldu. Madem ki en iyi askerimizdir, onun gitmesi lâzım. Cumhuriyet, vesaire gibisinden şahsi fikirleriyle bu işin alâkası yok.” cevabıyla Sultan Vahideddin Han kararı tasdik ederek, Mustafa kemal Paşa’yı Anadolu’ya İstiklâl Harbine komutan olarak tayin ediyordu. Şahbaba, Murat Bardakçı s. 126 Pan Yayıncılık.

   30 Nisan günü Mustafa Kemal Paşa’nın 9. Ordu Müfettişliği’ne tayini hakkındaki irade resmi gazete olan Takvim – i Vekayi’ de neşr ediliyor, 06 Mayıs günü Harbiye Nazırı Şakir Paşa müfettişlik bölgesindeki faaliyetleriyle ilgili talimatnameyi Mustafa Kemal Paşa’ya resmen tebliğ ediyordu. Talimatname, Osmanlı Tarihi’nde 17.Asrın vezir ailesi Köprülüler’e verilmiş yetkilerin aynısı olup, askeri ve mülki erkâna emir verme, tayin ve görev değişikliklerini’de ihtiva ediyordu. Şahbaba, Murat Bardakçı s. 129 Pan Yayıncılık.

   “… Mustafa Kemal’in vize müracaatı sırasında irtibat zabitiydim. Bir müfettişlik heyeti yapmıştı ve Mayıs’ın onunda yahut onikisinde bizden ruhsatname istediler. Ruhsatname, yani permission. O zaman bir Türk zabitinin Boğaz’dan geçebilmesi için vize lazımdı.

   Vize talebi geldiği zaman Mustafa Kemal’i tanıyordum. Padişah’ın emin bir adamı olduğunu anlamıştık. Vahideddin ona çok güveniyordu. Gitmeden önce Padişahla görüşmüştü.

   Yalnız teşkil ettiği heyet çok kalabalıktı. Üç – dört kişi yerine 35 kişi. Büyük zabitler, miralay, mirliva falan. Erkân – ı harbin en mühim isimleri gidiyordu. Bunun bir müfettişlik için çok olduğunu hissettim ve benim mes’uliyetimin üzerinde olduğunu gördüm. Zaten bana “ Üç – dört kişi gidecek, vize vereceksiniz” gibi bir emir gelmişti. Levazım yahut mülazım olmayan yüksek rütbeli 35 kişinin ismini görünce dosyayı aldım, bizim Şişli’deki kumandanlığa gittim. Onlara “ üç – dört kişi yerine 35 kişi gitmek istiyor. Vize vereyim’mi? “ diye sordum.

   İngiliz Başkomserliğine, Rumbolt’a telefon ettiler. O zaman sefir yoktu tabii.

“ Mustafa Kemal gitsin, ne lâzımsa yapsın. Padişah onlara itimad ediyor. Vizeyi verin” dediler. Ofisime döndüm, vizelerini imza edip, teslim ettim. Bizimkilerin anlamadığı bir şey vardı. Ben vize isteyenlerin heyecanlı olduklarını fark etmiştim, zira onları tanımaya başlamıştım. En ileri gelen, en zeki zabitler seçilmişti. Sadece bir müfettişlik için çok fazlaydı. Ama mes’uliyet bana ait olmadığı için rahattım. O sırada hiç kimse milliyetçilerin bir ordu kurabileceğine inanmıyordu. İzmir’de daha işgal edilmemişti.

   Mustafa Kemal ve arkadaşlarının da pek acelesi yoktu. Harbiye Nezareti’ndeki hazırlıklar tamam değildi. Ama Yunanlılar’ın İzmir’i işgal ettiği haberi gelince hemen gitmeye karar verdiler. Bunun için biz 35 kişi için vize verdiğimiz halde, 19’u gitti, çünkü hepsi hazır değildi.

   …. İsmet Paşa da isteseydi giderdi. Gitmemesi için hiçbir mani yoktu. Vizesi tamamdı, ama biraz geç kaldı. Birkaç hafta sonra gitti zannedersem. “

İngiliz, Yüzbaşı Bennett, Samsun vizelerini verişini anlatıyor. Şahbaba, Murat Bardakçı s. 131 – 132  Pan Yayıncılık.

   Anadolu ve Rumeli Müdafaa – i Hukuk Cemiyeti Nizamnamesi; “ Rumeli ve Anadolu’nun ittifak- ı tammiyle 4 Eylül 335 tarihinde Sivas’da akdolunan kongrenin mukarreratıdır; “ cümlesi ile başlayarak, maksadını: “ Osmanlı vatanının tamamiyetini ve makam – ı muallâ- yı Hilafet ve Saltanatın ve istiklâl – i millînin masuniyetini temin zımnında kuva- yı milliyeyi âmil ve irade- i milliyeyi hâkim kılmaktır. “ cümlesi ile açıklıyor; müteakiben, 23 Nisan 1920 tarihinde Ankara Hacıbayram camiinde kılınan Cuma namazı, hatim, Buhari Şerif okunmasına müteakip kesilen kurban ve okunan dualarla Meclis açılıyordu. Mebuslar, “ Hilafet ve saltanat makamının ve vatan ve milletin halas ve istiklalinden gayrı bir gaye’ye riayet etmeyeceğime, vallahi.” sözleriyle yemin ediyor; Mustafa Kemal Paşa ise açılış nutkunda Meb – us ana: “ Makam – ı Saltanat aynı zamanda Makam – ı Hilafet olmak itibariyle Padişahımız cumhur – ı İslam’ın da Reisidir. Mücahedatımızın birinci gayesi ise, Saltanat ve Hilafet makamlarının tefrikini istihdaf eden düşmanlarımıza irade – i milliye nin buna müsait olmadığını göstermek ve bu makamat – ı mukaddeseyi, esaret – i ecnebiye den tahlis ederek ulül emr – in salahiyetini düşmanın tehdit ve ikrahından azade kılmaktır.” Sözleriyle hitap ederken milletin hissiyatına tercüman oluyordu. Ertesi gün Büyük Millet Meclisi reisliğine Mustafa Kemal Paşa seçiliyor, BMM çekilen bir telgrafla Padişah a sadakat ve kulluk hislerini arz ediyordu.

   İstiklâl harbinin hitamıyla;20 Kasım 1922 tarihinde Heyet – i Murahhasa İsmet Paşa Riyasetinde Lozan Konferansı na iştirak ediyordu. Lozan Konferansının inkıtası üzerine, Meclis’te yapılan müzakerelerde II. Grup Misak – ı Milli’den taviz verildiği iddiasıyla İsmet Paşa’yı tenkid eder, Hüseyin Avni Bey ise, İsmet Paşa’nın Lozan Heyetin’den istifasını talep ederken,  I.Grup içinden Hüseyin Avni Bey’e destek olanlar görülüyordu. Ali Şükrü Bey’in Tan Gazetesinde inkıta’dan evvel çıkan Lozan tenkid makalesinde:“ pek meşru ve mütevazi bulunan amal – i milliyemize nazaran aşağı yukarı bir Sevr mahiyetini gösteren proje münderecatı….” ifadesiyle, Lozan Konferansı, Sevr Muahedesi’ne benzetiliyor, Heyet- i murahhasa ve Reis İsmet Paşa şiddetle suçlanıyordu.(Ahmet Demirel, Ali Şükrü Bey in Tan Gazetesi İletişim Yayınları s. 30 )Gazi kürsü’de mebusana hitap ederken, II. Grup Reisi Ali Şükrü Bey’in Lozan Heyeti’nin, Hükümet in talimatından gayrı hareket ettiğini ifade etmesi üzerine zuhur eden şiddetli münakaşalar neticesinde celse tatil ediliyordu. 27 Mart 1923 tarihinde Ali Şükrü Bey’in bir cinayete kurban gitmesi, 01 Nisan daTopal Osman’ın cinayetle suçlanması, müsadereye gelenlerce öldürülmesi üzerine; Hüseyin Avni Bey, Ali Şükrü Bey’in siyasi mülahazat vesilesiyle suikast’e kurban edildiğini sert bir şekilde ifade ederek, I. Grup ve Muhalif II. Grup arasındaki ipleri kopartıyordu. Birinci Grup’un lideri Mustafa Kemal in  “ inkılabın kanunu, mevcut kanunların üstündedir.” görüşünü benimsemeyen II.Grup lideri H.Avni “ ihtilalin’de hukuku vardır, olağanüstünlüğünde hukuku vardır” demektedir. ( Dr. Hakkı Uyar, Tek Parti Dönemi ve CHP Boyut Yayınları s. 62 )  İsmet Paşa’nın Reisliğinde Heyet – i Murahhasa tekrar teşkil edilerek müzakerelere başlamak maksadıyla Lozan’a avdetine müteakip, BMM seçim kararı alıyordu. 15 Nisan 1923 tarihinde, Hiyanet – i Vataniye Kanunu’ndaki yapılan bir tadilat ile I.Grup haricindeki siyasi grup ve cemiyetlerin seçimlere iştiraki engelleniyordu.”

   1923 seçim kararı alınınca, Yemen ve Musul da seçimlere katılmak istemiş ve Türkiye ye bağlılık bildirmişlerdi. Ankara Hükümeti Musul’un isteğini kabul etmiş ve Musul’un tahminen 4 Milletvekili çıkaracağını hesaplamıştı. Hatta Müdafaa – i Hukuk Grubu Musul adaylarını’da belirlemişti. Şeyh Vasfi, Esbak Şeyhülislam Haydarizade İbrahim Efendi, Şeyh Said –i Kürdi, Eşraf’tan Musa ve İstinaf Mahkemesi Reisi Haşim Bey. ( Musul’daki seçimler daha sonra yapılamamış olsa gerektir. Ancak, buranın milletvekili seçimlerine dahil edilmek istenmesi, Türkiye’nin Musul’da hak iddia ettiğini göstermesi bakımından dikkate değerdir. 1923 seçimleri kararı alındığında Lozan’daki barış görüşmeleri henüz sonuçlanmamıştı. Musul’dan Milletvekilliğine aday gösterilenlerden biri olan Şeyh Said – i Kürdi, Said – i Nursi olsa gerektir. ) Tek Parti Dönemi ve Cumhuriyet Halk Partisi Dr. Hakkı Uyar, Boyut Kitapları s.66 – 19 numaralı dipnot.

   23 Ağustos 1923 tarihinde Lozan Muahedesi tasdik olunuyor, 29 Ekim 1923 tarihindeCumhuriyet ilan ediliyor, Ankara Başkent yapılıyor, Hilafet kaldırılıyordu.

   Sâbık Sultan Vahideddin Han ise, “ hain “ tavsifinden melûl; “Cenâb- ı Hakk’ın bir ismi de “Aziz – i zü’l- intikam” dır. Ne diyelim. “ Din ve devletine, vatan ve milletine hıyanet eden her kim ise, Allah yed – i kudretiyle kahreylesin” derim.” Sözleriyle hissiyatını ifade ediyordu. Şahbaba, Murat Bardakçı s. 425 Pan Yayıncılık.

   …Türkiye yi kendi coğrafyasına hapsetmek isteyenler ya da Türkiye nin etrafına duvar örmek isteyenlere karşı bizim vizyonumuz; Türkiye'nin liderliğinde, 'liderliği derken herhangi bir empoze anlamında demiyorum' Türkiye nin zihnindeki resimle bütün bu coğrafyayı bütünleştirmek...'' ''Türkiye nin hiçbir sınırı doğal değil, neredeyse tümü suni. Elbette bu sınırlara ulus-devletlerin sınırları olarak saygı duymalıyız ama aynı zamanda da doğal devamlılıklar olduğunu anlamalıyız. Bu yüzyıllardır bu şekilde olmuştur'' Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Ahmed Davutoğlu.

   “Milletimi evvela “” Ba’su ba’de’l – mevtsiz “ bir ölümle yok etmeye götüren sahte kurtarıcılar ve sahte kurtuluşlardan kurtar;  ve ona bir gün gelecek kurtarıcıları, gerçek kurtuluşu nasip eyle.” Abdülhamid – i Sani

http://www.bursagenchaber.com/yazar/muhammed-taha-gergerlioglu/

Beyefendi kasetleri doğruladı



Sevgili okuyucularım, Başçalan ve Haramzadeler isimli sitelerde her gün acayip, akıl almaz konuşmalar yer alıyor. Başrolde Tayyip, Bilal, yandaş işadamları ve başkaları var.
Bu konuşmaların dinlenmiş olması yasal mı, onu bilmiyoruz. Tayyip’in söyledikleri ne kadar yasal ise bunlar da o kadar yasaldır!
Ama vatandaş kimliğimle diyorum ki, iyi ki dinlenmiş.
Türkiye’nin bu kafalar ve özellikle Tayyip tarafından nasıl yönetildiğini bize bu kayıtlar gösteriyor. Bantlarda ne ararsanız var.
Yargıya müdahale, iş bitirme pazarlıkları, arsa vaziyetleri, Bilal’in vakfına çekilen kıyaklar…
Bir başbakan düşünün ki her yerde hava atar, sağa sola posta koyar, kendisini dev aynasında görür, hatta dünya lideri olduğunu iddia eder!..
Oysa bu şahıs aciz biriymiş.
Bütün konuşmaları dinlenmiş, ortaya saçıldı.
Kendi telefonlarına bile egemen olamayan bir şahıs şu anda ağlaşıyor, yakınıyor, cemaati suçluyor, tehdit etmeyi sürdürüyor.
Oysa gerçek suçlu kendisi.
Adına cemaat denilen örgütü devlete yerleştiren, aralarında kavga patlak verince “Bizden ne istediniz de vermedik” diyebilen işte o şahıs.
* * *
Yaptığı konuşmaların bant çözümlerini haftalardır kendi sesinden dinliyoruz, dökümünü gazetelerde ve internet sitelerinde okuyoruz.
Önceleri “Oh ne güzel oldu, her şey ortaya çıkıyor” diye seviniyordum.
Ama şimdi itiraf ediyorum, üzülüyor ve ülkem adına utanç duyuyorum.
Devletin böyle pespaye duruma düşürülmesi çok acı bir olaydır. Üstelik kriptolu telefonların dinlenmesiyle!
Ama Tayyip’in konuşmalarının açığa çıkması ve şimdi düştüğü durum daha da acıdır.
* * *
Bunlara yargıyla ilgili bir sorun aktardığınızda, ya da yargı kararları tartışıldığında alacağınız yanıt bellidir:
“Efendim yargı bağımsızdır, biz karışamayız ki!”
Yargı işlerine geldiği sürece bağımsızdır.
Tayyip’le önceki Adalet Bakanı Sadullah Ergin arasında geçtiği iddia edilen konuşmaların ses kayıtları da piyasaya sürüldü. Utanç verici, yüz kızartıcı idi.
Medya patronu Aydın Doğan hakkında bir dava açılmış, patron beraat etmiş.
Tayyip telefonda Sadullah’ı azarlıyor, bu beraat kararının nasıl verildiğini sorguluyor. Sadullah’ın yanıtı:
“Hakimin Alevi olduğu yönünde bilgi vardı!”
Demek ki bundan sonra hakim ve savcıların ırk ve mezhep kökenlerine bakacağız!
Hakim Alevi, savcı Sünni!.. Hakim Türk, savcı Kürt!
Hakimin Alevi olduğunu söyleyen Sadullah Ergin şimdi Hatay’da partisinin Belediye Başkan adayı. On binlerce Alevi yurttaşımızın yaşadığı Hatay’da herhalde onlardan da destek bekliyor. Biraz zor alır gibime geliyor.
* * *
Tayyip’le Adalet Bakanı Sadullah arasındaki konuşma sürüp gidiyor. Sonra iş “Yargıtay’ın ayarlanmasına” geliyor.
İşte Tayyip’in sözleri:
“Bu işi yakın takibe al… Bak görüldü yani, kararı verdi adam… İhmale uğramasın, yazık olur… Bu beraat kararı nedeniyle Sermaye Piyasası Kurulu şok oldu… SPK kesinlikle mahkum olması gerekirdi diyor… Şimdi Yargıtay’daki karar ne olacak?…”
İşte Sadullah’ın sözleri:
“Hakim Alevi efendim… Yargıtay’daki arkadaşlarla görüşme yapıp gerekli hassasiyetleri sağlarız efendim… Sorun olmaz…”
İşte “Bizim yargı bağımsızdır, biz verilen kararlara karışamayız ki” edebiyatı yapanların ortalığa saçılan konuşmaları.
Bir şeye daha dikkat ediniz:
Tayyip zor durumda! Tayyip artık “Bu konuşmalar montajdır” diyemiyor, inkar edemiyor!
Kayda alınan konuşmalarını dün kabul etmek zorunda kaldı.
Bu kadarı ona yeter. Ders almış olmasını ve bundan sonra telefonu eline aldığında daha dikkatli konuşmasını dilerim, yeni kasetleri heyecanla beklediğimi arz ederim!
Ve işin Aydın Doğan cephesi
Sevgili okuyucularım, Aydın Doğan Türkiye’nin en büyük medya patronu. Şu anda Hürriyet, Posta, Radikal, Fanatik gazetelerinin, Kanal-D ve CNN-Türk televizyonlarının sahibi. Bir süre öncesine kadar Milliyet ve Vatan gazetelerinin de sahibi idi ama onları satmak zorunda kaldı.
Ben Hürriyet’te tam 22 yıl yazdım. 2002 yılında AKP iktidar olana kadar her şey düzgün gidiyordu. O tarihten sonra gerek Aydın Doğan ve gerekse gazetedeki sağ kolu Ertuğrul Özkök’ten sürekli uyarılar aldım:
“Hükümeti fazla eleştirme, dikkatli yaz, başbakana dokunma, Maliye’yi yazma, başımızı derde sokma…”
Ertuğrul bazen yazılarımı sansür ederdi. Patronu adına baskıyı ve sansürü o gerçekleştirirdi.
Ben çizgimi değiştirmiyor, bildiğim gibi yazıyordum. Aramızdaki sinir harbi sürüp gidiyordu.
Bunları yaparak beni istifaya zorluyorlardı!
Tayyip’ten feci halde korkuyorlardı. Koskoca Hürriyet gazetesi birkaç yazarı dışında iktidarın emrine girmişti.
Temmuz 2007’de seçim yapıldı, AKP yine kazandı. Bu durumda artık kovulmam gerekiyordu ve Ağustos 2007’de, seçimin hemen ardından kovuldum!
* * *
Ancak iş benim kovulmamla bitmiyordu. Tayyip kafayı Aydın Doğan’a takmış, bütün kin ve nefretiyle onun üzerine gidiyordu.
Benden sonra Bekir Coşkun ayrılmak zorunda kaldı. Tufan Türenç’in yazıları sonlandırıldı.
Yılların başyazarı Oktay Ekşi’den istifa etmesi istendi.
Bir süre sonra Rahmi Turan, Özdemir İnce ve Cüneyt Ülsever şutlandı.
Bütün bu işlemler Tayyip korkusuyla yapılıyor, eleştiren kim varsa yolcu ediliyordu.
Fakat Tayyip’e bu kadarı da yetmezdi. Yazılarında iktidara karşı kalem oynatamayan Ertuğrul bile gazetenin başından ayrılmak zorunda bırakıldı.
Daha da vahimi, Aydın Doğan, sahibi olduğu Hürriyet’in künyesinden kendi adını sildirmek zorunda kaldı.
* * *
“Yandaş” kimliği ile 10 yıldan fazla bir süre Tayyip iktidarına hizmet sunan Hürriyet gazetesi, son olaylardan sonra muhalif olmadıysa da, hiç değilse tarafsız yayın yapmaya ve zaman zaman iktidarı eleştirmeye başladı. Kutlamak gerek!
Şimdi Ertuğrul’un yazdıklarına ve birinci sayfadan atılan manşetlere bakıyorum, maşallah neredeyse bizim çizgimize gelmiş olduklarını “Gurur duyarak” görüyorum!
Tayyip’e bindirmeye başladılar.
Bence Aydın Doğan, Tayyip’in gidici olduğunu anladı ve ona göre tavır ayarladı… Çünkü onun kulağı deliktir!
Şimdi onlara sormak gerek:
“Yıllarca Tayyip’ten korktunuz, bacaklarınız titredi. Bunca yazarlarınızı o korku yüzünden kovdunuz, istifaya zorladınız. Bu iktidarın ne mal olduğunu daha yeni mi anladınız? Biraz geç bile olsa jetonunuz şimdi mi düştü?”
Buna da şükür!
Emin Çölaşan

İki komşu birlik oldu, bankayı icrayla dize getirdi


Çektikleri konut kredisi sebebiyle bankanın 1000’er TL ‘dosya masrafı’ kestiği iki komşu, önce hakem heyetinden karar çıkarttı.

İki komşu birlik oldu, bankayı icrayla dize getirdi

Çektikleri konut kredisi sebebiyle bankanın 1000’er TL ‘dosya masrafı’ kestiği iki komşu, önce hakem heyetinden karar çıkarttı.
İki komşu birlik oldu, bankayı icrayla dize getirdi
Karara rağmen banka ödemeye yanaşmayınca Konya’nın Akşehir ilçesinde oturan iki komşu, Ankara’daki avukatları aracılığıyla icra yoluyla bankadan paralarını tahsil etti.

Konya’nın Akşehir ilçesinde öğretmenlik yapan 2 çocuk babası Mehmet Ali Çaldağ ile bir kamu kurumunda memur olan Pembe Evran, Mart 2011’de aynı binadan ev almak için özel bir bankanın şubesinden kredi çekti. Banka, 90 bin TL konut kredisi çeken Çaldağ’dan 1000 TL, 50 bin TL kredi çeken Pembe Evran’dan da çektiği 50 bin liralık konut kredisi sebebiyle 1000 TL dosya masrafı çekti. Basın yayın organlarında çıkan haberler üzerine iki komşu, Akşehir Kaymakamlığı Tüketici Sorunları Hakem Heyeti Başkanlığı’na müracaat ederek, bankanın haksız olarak tahsil ettiği 1000’er liranın kendilerine iade edilmesini istedi. Hakem heyeti, iki komşuyu haklı bularak, dosya masrafının iadesi yönünde karar verdi. Hakem heyeti kararına rağmen banka şubesi ödemeye yanaşmayınca bu kez iki komşu, durumu Ankara’daki Avukat Yunus Emre Yavuz’a bildirdi. Avukat Yavuz, Ankara 3. İcra Müdürlüğü’ne müracaat ederek iki komşunun parasını icra yoluyla tahsil etti.

HAKEM HEYETİ KARARI TÜRKİYE’NİN HER YERİNDEN İCRA YOLUYLA ALINABİLİR

Dosya masrafını üç yıl aradan sonra tahsil eden Mehmet Ali Çaldağ, 2013 yılında yaptığı yeniden yapılandırma işleminden dolayı bankanın kendisinden tahsil ettiği 1250 TL’yi de iade almak için Avukat Yavuz aracılığıyla dava açtı. Akşehir 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde(Tüketici Mahkemesi sıfatıyla) açılan davada savunma yapan Avukat Yavuz, şunları kaydetti: "Yapılandırmanın bankanın inisiyatifinde olduğu, borç yapılandırmasını kabul eden bankanın yapılandırma ücreti adı altında masraf isteyemeyeceği, uyarlamaya bankanın zorlanamayacağı açık olduğundan bankanın kendi rızası ile yapılandırma talebini kabul etmesi karşısında yeniden ücret talep edemeyeceği gözetilerek; tüketici müvekkilden yapılandırdığı kredi sırasında haksız olarak alınan yeniden yapılandırma masraflarının rızaen iade edilmemesi karşısında müvekkilden haksız yere alınan toplam 1250 TL masraf kalemlerinin; davalı bankadan alınarak davacıya verilmesine, iş bu bedele dava tarihinden itibaren yasal faiz işletilmesine karar verilmesi talebimizin sunulmasıdır. Müvekkilden alınan refinansman (yeniden yapılandırma) masrafı tamamen haksız ve usulsüzdür."

Banka yetkililerinin katılmadığı duruşmada mahkeme Çaldağ’ı haklı bularak paranın iadesi yönünde karar verdi. Avukat Yunus Emre Yavuz, "İki komşu, hakem heyetine müracaat etmiş. Heyet kararına rağmen banka ödemeye yaklaşmayınca hakem heyeti kararlarının ilam niteliğinde olması ve ilama bağlı alacakların Türkiye'nin her yerinden icraya konulmasının serbest olması şeklindeki yasal düzenleme gereği Ankara'dan icra yaptık. Tahsil edip müvekkillere ödedik." dedi.

Kararı değerlendiren öğretmen Mehmet Ali Çaldağ ise "Vatandaşlarımız hakkını aramalı. Banka, zaten verdiği para karşılığında yasal faizini alıyor. Bu yetmiyormuş gibi bizden masraf kesintisi yapıyor. Biz de komşumuzla birlikte hakkımızı almanın mutluluğunu yaşıyoruz." diye konuştu.

5 Mart 2014 Çarşamba

Durum Ve Azim!

 
 
 Durum Ve Azim!
 
 
 
 


Amerika’nın ünlü istihbarat memurları bağıra bağıra durumu açıklıyor:
CIA Türkiye ‘uzmanı’ Henri Barkey, Amerika’nın Sesi’ne verdiği röportajda, Türkiye’deki seçim sonuçlarını ilan etti bile: “30 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde AKP’nin oylarının yüzde 42 civarına düşmesinin, Türkiye’de daha aktif bir muhalefet oluşmasına neden olabileceğini” söyledi. Ayrıca böyle bir sonucun “CHP ve MHP’yi cesaretlendireceğini ve muhalefetin güçleneceğini” de ekledi.
CFR’nin Türkiye ‘masasında’ görevli bir başka ‘uzman’, Steven Cook da 29 Ocak’ta yaptığı değerlendirmede şunları söyledi: “Erdoğan son 10 yıl için iyiydi ama acaba artık vakti geçti mi? Çünkü artık aşırı güçlenmesi, kibri, endişeleri nedeniyle kendi yanlışlarını yaratıyor.”
11 yıldır sıcak parayla beslenen iktidar ve ‘şımaran atanmışlar’ bir ay önce duvara tosladılar ve muktedirler arası kavga yüzeye çıktı ve son günlerde CIA’nin Gülen’inin ‘muhalif’ partilere desteği de belirginleşmeye başladı.
Maceranın başından beri AKP’ye yol haritaları çizen, Erdoğan’ı ‘Kemalizmi çökerten adam’ olarak alkışlayan, ‘orduyu hizaya getiren adam’ olarak göklere çıkaran Amerikalı uzmanlar çoktan makas değiştirdi.
Türk milletinin ‘raydan çıkabileceği, sistemi reddebileceği’ korkusu duyduklarını sık dile getiriyorlar. Sıkı sıkı denetledikleri, ‘çok partili demokrasi’ martavalının cilasının dökülmesi en büyük korkuları.
Onlara göre “SİSTEM” tehlikeye girmesin diye ‘Muhalefet’ partilerinin AKP karşısında ÇIKIŞ yapmasına ihtiyaç var. Barkey ve içerdeki farklı guruplara bağlı anket şirketleri bu durumu rakamlara yansıtmaya başladı bile. CHP ve MHP’nin yüzde 30’lar ve 20’lere dayanması gibi tahminleri telaffuz etmekle kalmıyorlar, bazı küçük partilerin de ‘denge sağlayıcı’ olarak ortalığa çıkmalarının ‘faydası’ndan da sözediyorlar.
Medya ‘Amerika’nın sesi’ olarak elinden geleni yapıyor. Piyasa’nın çalıştırdığı ‘Demokrasi’ adlı sokak kadınları yeniden makyaj odasına alındı, kimisine ‘sol’ kimisine ‘sağ’ makyaj yapıldı. Kimisi ‘müslüman isyankar’ makyajlı kimisi ‘Atatürk’e sığındı. Hedef belli. Millet kendi yolunu bulamamalı! Ne olursa olsun BATININ ÇİZDİĞİ SİSTEMİN İÇİNDE kalmalı.
Henri Barkey Türkiye’nin ‘sandık imtihanı’ sürecinde ‘Yeni anayasa’ ve dondurulmuş gibi görünen ‘Kürdistan’ eyaleti meselesinin ön alması için elden gelenin yapılması gereği üzerinde duruyor.
Gülen Cemaati “Hükümetin bir sonraki adımı, uluslararası darbe planlarının parçası olarak gördüğü muhalefeti suç kapsamına sokmak olabilir!” Bundan kaçınmak için tahterevallide ‘muhalefet’in yukarı, Erdoğan’ın aşağı inmesi’ zorunluluğu var!” diyor.
Washington Institute’un ünlü ismi Alan Makovsky, “Başkanlık sistemi ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin çok önemli olduğunu ve ‘Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı seçiminde öne çıkması gereğini’ yazıyor.
Küresel çetenin önemli uzmanları Türkiye’nin ‘artık istikrarlı müttefik’ olarak nitelenemeyeceğini, ‘laik-İslamcı’ çelişkisinin de artık temel çelişki olmadığını yazıp çiziyorlar. “Türkiye’nin kendisi sorun oldu” başlığı ile özetlenebilecek bu yorumlar, Türkiye’nin büyük bir ekonomik krizin eşiğinde durduğu ve bundan nasıl ‘faydalanılabileceği’ (!) konusunda tartışmalarla sürmekte.
Tüm bu iç kargaşa sürerken, küresel sırtlanlar Cenevre 2 Konferansı’ndan elleri boş döndü, Amerika, Rusya’nın bir yıl önceki önerisini kabul etti, ‘beşli çözüm masası’ kuruldu ki içinde Türkiye İran ve Suudiler Rusya ve ABD var.
Türkiye’nin kuzeyinde Ukrayna’da Batı ile Doğu arasındaki savaş Soros şeması çerçevesinde sürerken, Türkiye’nin güneyinde kana boğulan Suriye var. Esad’a yenik düşen batı 2011’de öne sürdüğü ‘tampon bölge’ projesine geri dönüş yapıyor. Denetiminden kaçan terör örgütlerinin dizginlenmesi için yol arıyor. Erdoğan ve Davutoğlu tamamen ‘out’ oluyor.
Türkiye’nin doğusunda İran ile ABD ilişkileri yumuşarken, Irak’da Maliki dizginleri ele alıyor ve bu Erdoğan’ı zora sokuyor..
‘Uluslararası camia’ denen küresel şirket temsilcileri, dört bir yandan kuşatılmış Türkiye’de ve hesapların dikiş tutmadığı bu bölgede, yeni derin stratejiler oluşturma peşinde.
Bu derin stratejiler de derin çukurlarda boğulacak gibi. Çünkü Türkiye ve bölge şartları ve TARİHİN EMRİ artık bir sıçramayı kaçınılmaz hale getirdi.
Bu balon patlayacak. Kim denetimi elde tutar soru bu. Bu coğrafyanın insanları mı, küresel çete robotları mı? Buna karar verecek olan milletin azmi ve kararlılığı!




Banu AVAR