Zaman zaman sıkıntılar, hüzün bizlere uğrar uğrar da ne yapalım şikayetçi olamayız halimizden. Ve deriz ki; “ BU DA GEÇER YA HU !!!”
‘Bu da
geçer Ya Hû' sözünün aslı bundan bin küsur sene önceye, Bizans dönemine
uzanır. Bizanslılar, fena bir işe uğradıkları zaman ‘Bu da geçer'
mânâsına gelen ‘k'afto ta perasi' derlermiş. Bu söz, Selçuklular zamanında İran’ a geçer; ama Farsçalaşıp “in niz beguzered” olur; Osmanlılar devrinde Türkçe söylenip ‘bu da geçer' yapılır. Derken, tekkelerde ve dergâhlarda da benimsenir ve sonuna ‘Ya Allah' mânâsına gelen bir ‘Ya Hû' ilave edilip ‘Bu da geçer Ya Hû' haline gelir.
İranlı Feriduddin Attar'ın Mantık al- tayr’ da anlattığı "bu da geçer ya hu"nun hikâyesi ise şöyledir:
Dervişin
biri, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir köye ulaşır. Karşısına
çıkanlara, kendisine yardım edecek, yemek ve yatak verecek biri olup
olmadığını sorar. Köylüler, kendilerinin de fakir olduklarını, evlerinin
küçük olduğunu söyler ve Şakir diye birinin çiftliğini tarif edip oraya
gitmesini salık verirler. Derviş yola koyulur, birkaç köylüye daha
rastlar. Onların anlattıklarından, Şakir'in bölgenin en zengin
kişilerinden birisi olduğunu anlar. Bölgedeki ikinci zengin ise Haddad
adında bir başka çiftlik sahibidir. Derviş, Şakir'in çiftliğine varır.
Çok iyi karşılanır, iyi misafir edilir, yer içer, dinlenir. Şakir de,
ailesi de hem misafirperver hem de gönlü geniş insanlardır... Yola
koyulma zamanı gelip Derviş, Şakir' e teşekkür ederken, " Böyle zengin olduğun için hep şükret." der. Şakir ise şöyle cevap verir: "Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen görünen, gerçeğin kendisi değildir. Bu da geçer."
Derviş,
Şakir'in çiftliğinden ayrıldıktan sonra bu söz üzerine uzun uzun
düşünür. Birkaç yıl sonra, Derviş'in yolu yine aynı bölgeye düşer.
Şakir'i hatırlar, bir uğramaya karar verir. Yolda rastladığı köylülerle
sohbet ederken Şakir'den söz eder. "Haa o Şakir mi?" der köylüler, "O iyice fakirledi, şimdi Haddad'ın yanında çalışıyor."
Derviş hemen Haddad'ın çiftliğine gider, Şakir'i bulur. Eski dostu
yaşlanmıştır, üzerinde eski püskü giysiler vardır. Üç yıl önceki bir sel
felâketinde bütün sığırları telef olmuş, evi yıkılmıştır. Toprakları da
işlenemez hale geldiği için tek çare olarak, selden hiç zarar görmemiş
ve biraz daha zenginleşmiş olan Haddad'ın yanında çalışmak kalmıştır.
Şakir ve ailesi üç yıldır Haddad'ın hizmetkârıdır. Şakir, bu kez
Derviş'i son derece mütevazı olan evinde misafir eder. Kıt kanaat
yemeğini onunla paylaşır... Derviş, vedalaşırken Şakir'e olup
bitenlerden ötürü ne kadar üzgün olduğunu söyler ve Şakir'den şu cevabı
alır: "Üzülme... Unutma, bu da geçer..."
Derviş
gezmeye devam eder ve yedi yıl sonra yolu yine o bölgeye düşer.
Şaşkınlık içinde olan biteni öğrenir. Haddad birkaç yıl önce ölmüş,
ailesi olmadığı için de bütün varını yoğunu en sadık hizmetkârı ve eski
dostu Şakir'e bırakmıştır. Şakir, Haddad'ın konağında oturmaktadır,
kocaman arazileri ve binlerce sığırı ile yine yörenin en zengin
insanıdır. Derviş eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar sevindiğini
söyler ve yine aynı cevabı alır: "Bu da geçer..."
Bir zaman sonra Derviş yine Şakir'i arar. Ona bir tepeyi işaret ederler. Tepede Şakir'in mezarı vardır ve taşında şu yazılıdır: "Bu da geçer." Derviş, "Ölümün nesi geçecek?"
diye düşünür ve gider. Ertesi yıl Şakir'in mezarını ziyaret etmek için
geri döner; ama ortada ne tepe vardır ne de mezar. Büyük bir sel gelmiş,
tepeyi önüne katmış, Şakir'den geriye bir iz dahi kalmamıştır...
O
aralar ülkenin sultanı, kendisi için çok değişik bir yüzük yapılmasını
ister. Öyle bir yüzük ki, mutsuz olduğunda umudunu tazelesin, mutlu
olduğunda ise kendisini mutluluğun tembelliğine kaptırmaması gerektiğini
hatırlatsın... Hiç kimse sultanı tatmin edecek böyle bir yüzüğü
yapamaz. Sultanın adamları da bilge Derviş'i bulup yardım isterler.
Derviş, sultanın kuyumcusuna hitaben bir mektup yazıp verir. Kısa bir
süre sonra yüzük sultana sunulur. Sultan önce bir şey anlamaz; çünkü son
derece sade bir yüzüktür bu. Sonra üzerindeki yazıya gözü takılır,
biraz düşünür ve yüzüne büyük bir mutluluk ışığı yayılır: "Bu da geçer" yazmaktadır.
Hoştur bana senden gelen,
Ya hil’at ü yahut kefen,
Ya taze gül, yahut diken,
Kahrın da hoş, lütfun da hoş.
(YUNUS EMRE)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder